Şizofreni ve Şizoid Bozukluğun Klinik Özellikleri ile Tedavi Yaklaşımlarının Karşılaştırmalı İncelemesi
- Erhan Erdemir
- 1 May
- 16 dakikada okunur
1. GİRİŞ
Şizofreni, bireyin düşünce, algı, duygu ve davranışlarında belirgin bozulmalarla seyreden, kronik bir ruhsal bozukluk olarak tanımlanmaktadır. DSM-5’e göre tanı koyulabilmesi için bir aylık süre zarfında sanrı, halüsinasyon veya dağınık konuşma gibi pozitif semptomlardan en az biri ile birlikte, toplamda iki ya da daha fazla belirtinin gözlenmesi gerekmektedir. Bu belirtiler arasında ayrıca dağınık ya da katatonik davranışlar ile negatif semptomlar da yer almaktadır. Tanının doğrulanabilmesi için bireyin toplumsal, mesleki veya kişisel işlevselliğinde anlamlı bir bozulmanın meydana gelmesi ve bu bozulmanın en az altı ay sürmesi beklenmektedir (Rahman & Lauriello, 2016).
Şizoid kişilik bozukluğu ise, sosyal ilişkilerden uzaklaşma, yakın ilişkilere ilgi duymama ve duygusal ifadenin belirgin şekilde kısıtlı olmasıyla karakterize edilen bir kişilik örüntüsüdür. DSM-5’e göre bu bozuklukta bireylerin çoğunlukla yalnız etkinlikleri tercih ettiği, cinsel deneyimlere ilgi göstermediği ve sınırlı sayıda etkinlikten zevk aldığı gözlemlenmektedir. Yakın arkadaş ilişkileri kurmada isteksizlik ve eleştiriye karşı kayıtsızlık da tanı kriterleri arasında yer almaktadır. Bu semptomların erişkinliğin erken dönemlerinden itibaren tutarlı bir şekilde gözlemlenmesi tanı açısından gereklidir (Fariba vd., 2024). Resmi verilere göre, Türkiye’de yaklaşık 500.000 kişinin bu hastalıkla mücadele ettiği ve hastalığın kendiliğinden ortaya çıkışının, aile veya çevresel faktörlerden bağımsız olduğu vurgulanmaktadır (Türkiye Psikiyatri Derneği, 2018).
Her iki bozukluk arasında klinik bazı benzerlikler bulunsa da, pozitif semptomların yalnızca şizofrenide gözlenmesi ve şizoid kişilik örüntüsünün daha istikrarlı ve süreğen bir yapı arz etmesi, tanısal ayrım açısından önem taşımaktadır. Özellikle şizotipal kişilik boyutlarının eşlik ettiği durumlarda, doğru tanı koymak güçleşmekte ve kapsamlı psikopatolojik değerlendirme gereksinimi doğmaktadır (Mısır & Alptekin, 2020).
Bu çalışma, şizofreni ve şizoid kişilik bozukluğu arasındaki tanı, klinik seyir ve tedavi yaklaşımlarını güncel literatür ışığında karşılaştırmayı amaçlamaktadır. Araştırmada tanısal süreçlerin yanı sıra farmakolojik müdahaleler ve psikoterapötik uygulamalar ele alınarak, iki bozukluğun klinik yansımaları sistematik biçimde analiz edilecektir. Ayrıca, elde edilen bulgular üzerinden güncel tedavi stratejilerinin uygulamadaki etkinliği değerlendirilecek ve bu değerlendirmeler bireysel klinik gözlemlerle ilişkilendirilecektir.
2. LİTERATÜR TARAMASI VE KLİNİK YAKLAŞIMLAR
2.1. Klinik Özellikler ve Tanısal Sınıflamalar
Şizofreni, tanısal kriterlerin belirlenmesinde DSM-5'in öne çıkardığı pozitif ve negatif semptomlar çerçevesinde değerlendirilmektedir (Karakuş, Kocal ve Sert, 2017). Pozitif semptomlar arasında sanrı ve halüsinasyonlar yer alırken, negatif semptomlar; duygusal düzeyde daralma ve sosyal izolasyon şeklinde kendini göstermektedir. Bu klinik belirtilerin şiddeti, hastalığın seyri açısından belirleyici olup, erken tanı için kullanılan psikometrik ölçekler, tedavi planının oluşturulmasında önemli rol oynamaktadır (Kirchner vd., 2018).
Şizoid bozukluk, DSM-5’te yer alan kişilik bozuklukları arasında sınıflandırılmış olup, bireyin duygusal ifadesinde belirgin kısıtlılık ve sosyal ilişkilerde mesafe koyma eğilimi göstermesi temel özellikleri arasındadır (Mittal vd., 2007). Amerikan Psikoloji Derneği’nin tanımına göre, şizoid kişilik bozukluğu, kişinin içsel dünyasına yönelik ani ve derin ilgi eksikliğini yansıtmaktadır (American Psychological Association, t.y.). Mısır ve Alptekin (2020) tarafından yapılan çalışmada, şizotipi boyutlarının varlığı, şizofreni ile olan kesişim noktasını ortaya koyarken, şizoid bozukluğun tanısının, bu boyutlardan ayrımın dikkatli yapılmasını gerektirdiği belirtilmiştir.
Özellikle tanısal süreçte kullanılan ölçekler, klinik verilerin güvenilirliğini artırmaktadır. Araştırmalar, PDQ-4+ ve SPQ gibi tanı araçlarının kullanılmasının şizotipal kişilik bozukluğunun saptanmasında yararlı olduğunu göstermiştir (Mısır ve Alptekin, 2020). Bununla birlikte, Altunkaya ve Hocaoglu (2023) tarafından sunulan derlemede, nörogörüntüleme tekniklerinin tanı sürecine entegrasyonu, ayırıcı tanının sağlanmasında gelecekteki araştırmalar için umut vaat ettiği ifade edilmiştir. Şizofreninin tanısal özelliklerine yönelik çalışmalar, hastalığın başlangıç yaşının erkeklerde daha erken gerçekleştiğini ve sosyoekonomik düzeyin düşük olduğu ailelerde prevalansının daha yüksek olduğunu rapor etmektedir (Karakuş, Kocal ve Sert, 2017). Çocukluk ve ergenlik döneminde ortaya çıkan şizofreni vakalarında ise, hastalığın daha şiddetli seyrettiğine dair bulgular mevcuttur (Şenol, 2001). Bu bağlamda, erken tanı koyma sürecinde aile öyküsü, nörobiyolojik bulgular ve klinik değerlendirme bir araya getirilerek daha isabetli sonuçlara ulaşılabileceği öne sürülmektedir (Mittal vd., 2007).
Ayrıca, belirlenen tanısal kriterlerin uygulanması sürecinde, klinisyenlerin bireysel vaka özelliklerini göz önünde bulundurmaları gerekmektedir. Bu yaklaşım, hem şizofreni hem de şizoid bozuklukta tedavi planlarının kişiselleştirilmesinde yol gösterici niteliğindedir (Kirchner vd., 2018). Tanı süreçlerindeki bu yöntemsel farklılıklar, hastaların yaşam kalitesinin artırılmasına yönelik müdahalelerde etkinliği artırmaktadır (Mısır ve Alptekin, 2020). Tanısal sınıflandırmanın titizlikle yapılması, hastalığın klinik seyrinin belirlenmesi ve uygulanacak tedavi stratejilerinin oluşturulması açısından temel öneme sahiptir. Bu doğrultuda, hem nörobiyolojik ölçütlerin hem de psikolojik değerlendirme araçlarının entegrasyonu, gelecekte daha sistemli bir tanı algoritmasının geliştirilmesine olanak sağlayacaktır.
2.2. Farmakolojik Tedavi Yaklaşımları
Şizofreni tedavisinde farmakolojik müdahaleler, uzun yıllardan beri en yaygın uygulamalardan biridir. İlaç tedavisi kapsamında tipik ve atipik antipsikotiklerin kullanımı, hasta semptomlarının kontrol altına alınmasında temel unsuru oluşturmaktadır (Summakoğlu ve Ertuğrul, 2018). Özellikle pozitif semptomlarda elde edilen hızlı iyileşme, hastalığın akut dönemlerinde hayati önem taşımaktadır. Ancak, antipsikotiklerin negatif semptomlar üzerindeki sınırlı etkisi ve yan etki profilleri, tedavi sürecinde klinisyenler tarafından dikkatle izlenmektedir (Kantrowitz vd., 2023). Kontrollü çalışmalar, ikinci nesil antipsikotiklerin, özellikle risperidon gibi ajanların, tedaviye uyum konusunda avantajlar sağladığını ortaya koymuştur (Correll vd., 2022). Bununla birlikte, antipsikotiklerin doz ayarlaması, bireysel farklılıklar ve ilaca maruz kalma süresinin hastanın genel işlevselliği üzerindeki etkilerini optimize etmek açısından kilit bir faktör olarak değerlendirilmektedir (Summakoğlu ve Ertuğrul, 2018).
Şizoid bozuklukta doğrudan farmakolojik tedavi için kesin bir protokol bulunmamaktadır. Araştırmalar, şizoid bozukluk semptomlarının çoğunlukla duygu durumu ve sosyal etkileşim eksikliği üzerinden değerlendirildiğini göstermekte; bu sebeple, ilaç tedavisinin genellikle dolaylı yoldan fayda sunduğu öne sürülmektedir (Mittal vd., 2007). Mısır ve Alptekin (2020) tarafından gerçekleştirilen çalışmalar, özellikle şizotipal kişilik bozuklukla kesişim gösteren durumlarda, antipsikotiklerin yan etkilerinin göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtmektedir.
Klinik uygulamalarda, antipsikotik ilaçların uzun süreli kullanımında ortaya çıkabilecek metabolik yan etkiler ve nörolojik problemlerin, tedavi sürecinin planlanmasında sistematik olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, hastaların ilaç tedavisine verdikleri yanıtın düzenli olarak izlenmesi, gerektiğinde doz yeniden ayarlaması yapılması önerilmektedir (Correll vd., 2022). Klinik çalışmalar, farmakolojik müdahalelerin genellikle akut semptomların giderilmesinde etkili olduğunu, ancak uzun dönemli tedavide psikososyal destek ile bütünleştirilmesinin daha kalıcı sonuçlar doğurduğunu ortaya koymuştur (Summakoğlu ve Ertuğrul, 2018). Ayrıca, Koch vd. (2016) tarafından sunulan derlemede, antipsikotik tedavinin özellikle şizotipal bozukluk tedavisinde vaka bazlı uygulamalara dayalı olarak optimize edilebileceği belirtilmiştir. Bu çalışmada, şizotipal bozuklukla ilişkili semptomların yönetiminde, ilaca ek olarak bireyselleştirilmiş tedavi planlarının uygulanmasının, tedavi başarısını artırdığı ifade edilmiştir (Koch vd., 2016).
Özetle, farmakolojik tedavi stratejilerinin, şizofrenide daha belirgin sonuçlar verirken, şizoid bozuklukta dolaylı yoldan etki sunduğu gözlemlenmektedir. Antipsikotiklerin klinik pratikteki yan etki yönetimi ve doz ayarlama stratejileri, hastanın yaşam kalitesinin artırılmasına yönelik müdahalelerin temel bileşenleri arasında yer almaktadır (Kantrowitz vd., 2023).
2.3. Psikoterapötik ve Psikososyal Müdahaleler
Psikoterapötik müdahaleler, şizofreni spektrum bozukluklarında ilaç tedavisine ek olarak uygulanmakta olup, bireyin sosyal işlevselliğinin desteklenmesi ve semptomların yönetiminde tamamlayıcı rol oynamaktadır (Modesti vd., 2023). Özellikle bilişsel davranışçı terapi temelli modeller, hasta ile terapist arasındaki etkileşimin güçlendirilmesi ve bilişsel çarpıtmaların düzeltilmesi sürecinde yaygın olarak kullanılmaktadır (Cheli vd., 2023). Bilişsel davranışçı terapi özelinde yapılandırılmış terapi yaklaşımları, pozitif semptomların yanı sıra negatif belirtilerin de yönetilmesinde etkili araçlar arasında yer almaktadır (Modesti vd., 2023).
Şizoid bozukluk bağlamında, psikoterapötik müdahaleler hastanın duygu ve düşüncelerini ifade etme güçlüğü göz önünde bulundurularak planlanmalıdır (American Psychiatric Association, t.y.). Bu bozuklukta, bireysel terapi seanslarının yanı sıra aile terapisi ve sosyal beceri eğitimlerine yer verilmesi, hastanın sosyal ilişkilerinin güçlendirilmesine katkı sağlamaktadır (Mittal vd., 2007). Klinik çalışmalar, grup terapisi ve destek gruplarının, hastaların duygu durumlarını ve sosyal etkileşimlerini geliştirmede yararlı olduğunu belirtmektedir (Koch vd., 2016).
Psikososyal müdahalenin tedavi sürecinde, hastaların semptomatik iyileşme yanında toplumsal uyumlarının ve yaşam kalitelerinin artırılmasına yönelik olarak uygulanması büyük önem taşımaktadır. Bireyselleştirilmiş psikoterapi yaklaşımlarında, hastanın yaşam öyküsü, aile geçmişi ve sosyal çevresi dikkate alınarak, tedavi planının oluşturulması, semptomların yönetiminde etkin sonuçlar doğurmaktadır (Modesti vd., 2023). Araştırmalar, bilişsel davranışçı terapinin yanı sıra, psikodinamik yaklaşımların da şizofreni ve şizotipal bozukluk tedavisinde destekleyici olduğunu ortaya koymuştur (American Psychiatric Association, t.y.). Bu kapsamda, klinik uygulamada psikoterapötik müdahalelerin, hastanın bireysel özellikleri doğrultusunda esnek ve bütüncül biçimde planlanmasının, tedavi başarısını artırdığı savunulmaktadır (Modesti vd., 2023). Psikososyal destek, hastanın sosyal yetkinliklerinin geliştirilmesi, aile yapılarının güçlendirilmesi ve duygu düzenleme stratejilerinin öğrenilmesi yönündeki uygulamalarla, uzun dönemli iyileşme sürecine katkı sağlayabilmektedir (Cheli vd., 2023). Farmakolojik tedavilerin yanında psikoterapötik ve psikososyal müdahalelerin entegrasyonu, şizofreni ve şizoid bozukluklarda genel tedavi stratejilerine bütüncül bir yaklaşım sunmakta; bu sayede hastaların tedaviye yanıtları ve yaşam kaliteleri üzerinde olumlu etkiler gözlemlenebilmektedir.
2.4. Şok Tedavisi (Elektrokonvülsif Terapi)
Elektrokonvülsif terapi (EKT), psikiyatrik hastalıklarda, özellikle ilaç tedavisine dirençli vakalarda, uzun yıllardır uygulanan bir biyolojik müdahale yöntemidir. Elektrik akımı aracılığıyla beyinde yapay olarak bir konvülsiyon (nöbet) oluşturarak etkisini gösteren bu yöntem, ilk kez 1938 yılında Cerletti ve Bini tarafından klinik kullanıma kazandırılmıştır. EKT'nin başlangıçta şizofreni tedavisi amacıyla geliştirilmiş olması, bu bozukluktaki farmakolojik sınırlamaları aşmaya yönelik bir girişimdir. Zaman içinde depresyon, mani ve katatoni gibi diğer psikiyatrik durumlarda da kullanılmaya başlanmış ve özellikle hızlı etki gerektiren ağır klinik vakalar için bir alternatif olarak kullanılmıştır (Evlice & Tamam, 2007).
Şizofreni bağlamında EKT, özellikle ilaç tedavisine dirençli vakalarda etkili olabilmektedir. Katatonik özellik gösteren hastalarda, ağır psikotik ataklarda ve belirgin duygudurum bileşeni taşıyan psikotik epizodlarda EKT uygulamaları semptomatik düzelmeyi hızlandırabilmektedir. Pozitif semptomların (sanrılar, halüsinasyonlar) gerilemesinde kısa vadeli olumlu etkiler görülmesine karşın, negatif belirtiler üzerinde bu etkinin sınırlı olduğu rapor edilmektedir. Kronikleşmiş negatif semptom tablosu olan hastalarda EKT'nin başarı oranı daha düşük kalmaktadır. Özellikle katatoni tablosunda, standart farmakoterapiye yanıt alınamayan durumlarda EKT'nin ilk seçeneklerden biri olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, EKT uygulamalarında yaş faktörü önemli bir değişkendir. Yaşlı bireylerde nöbet eşiği yükseldiği için daha yüksek enerji düzeylerinde stimülasyon gerekebilmekte, buna karşın EKT’ye yanıt oranları genç hastalara kıyasla oldukça benzer seyretmektedir. Ayrıca yaşlı hastalarda bilişsel yan etkilerin görülme riski nispeten daha fazla olduğu için, unilateral (tek taraflı) uygulama teknikleri ve kısa darbe genişlikli elektrik akımları gibi nöroprotektif stratejiler önerilmektedir. Şizoid yapıdaki bireylerde, duygusal düzleşme ve sosyal geri çekilme gibi temel belirtiler, psikotik semptomlara dayalı olmadığından, EKT’nin etkili olabileceği biyolojik mekanizmalar devreye girmemektedir. Bu nedenle şizoid kişilik bozukluğunun tedavisinde, psikoterapötik teknikler daha ön planda tutulmaktadır (Zeren, Tamam & Evlice, 2003).
Elektrokonvülsif terapinin bilişsel etkileri uzun yıllardır tartışma konusu olmuştur. Özellikle uygulamanın kısa vadede hafıza üzerinde geçici etkiler yaratabileceği; yakın bellek işlevlerinde bozulma, yönelim kaybı veya geçici konfüzyon gibi yan etkiler gözlenebileceği bildirilmiştir. Ancak son dönemde yapılan sistematik derlemeler, şizofreni hastalarında EKT uygulamasının genel kognitif işlevler üzerinde kalıcı bir zarara yol açmadığını göstermektedir. Global kognisyon, yürütücü işlevler, dikkat ve dil alanlarında uzun vadeli anlamlı bir bozulmanın bulunmadığı ifade edilmektedir. Özellikle hafıza üzerindeki geçici etkilerin çoğunlukla birkaç hafta ila birkaç ay içinde düzeldiği raporlanmıştır (Vaccarino & Vaccarino, 2024).
İlaç tedavisine dirençli, katatonik veya ağır psikotik özellikler gösteren vakalarda EKT, hızlı yanıt almayı mümkün kılarak hasta işlevselliğini artırabilmektedir. Ancak şizoid kişilik bozukluğu gibi psikotik olmayan kişilik yapılanmalarında EKT'nin kullanım alanı bulunmamaktadır. Etkinlik ile yan etki profili arasındaki denge, hasta seçimi ve uygulama protokollerinin titizlikle belirlenmesini zorunlu kılmaktadır.
2.5. Bilişsel Onarım Terapisi ve Uygulamaları
Bilişsel onarım terapisi, bireylerin bozulmuş bilişsel işlevlerini geliştirmeyi amaçlayan yapılandırılmış müdahale programlarını ifade etmektedir. Bu terapi yaklaşımı, özellikle dikkat, hafıza, yürütücü işlevler ve problem çözme gibi bilişsel alanlarda yaşanan defisitlerin iyileştirilmesini hedef alır. Müdahaleler çoğunlukla bilgisayar destekli eğitimler, birebir seanslar ve grup çalışmaları aracılığıyla yürütülmektedir. Bu uygulamalar, bilişsel eksikliklerin doğrudan eğitimi yoluyla günlük yaşam işlevselliğini artırmayı amaçlamaktadır (McGurk vd., 2007).
Şizofreni tanısı almış bireylerde bilişsel onarım terapisi, bozulmuş dikkat süreçlerini, kısa süreli ve çalışma belleğini, planlama ve organizasyon gibi yürütücü işlevleri geliştirmeye yönelik olarak uygulanmaktadır. Bu bağlamda yapılan meta-analiz çalışmaları, bilişsel onarım uygulamalarının bilişsel performans üzerinde orta düzeyde bir iyileşme sağladığını ortaya koymuştur. Ayrıca, bilişsel rehabilitasyonun yalnızca semptomların değil, aynı zamanda günlük yaşamdaki işlevsellik düzeyinin de geliştirilmesine katkı sunduğu bildirilmektedir. Özellikle psikiyatrik rehabilitasyon programlarıyla birlikte yürütülen müdahalelerin, işlevsellik artışı üzerinde daha güçlü etkiler yarattığı görülmüştür. Şizoid kişilik bozukluğu bağlamında bilişsel onarım terapisi üzerine yapılan araştırmalar sınırlıdır. Şizoid bireylerde, doğrudan bilişsel eksikliklerden ziyade sosyal biliş alanında belirgin zorluklar görülmektedir. Bu nedenle şizoid kişilik yapılanmalarında bilişsel onarım girişimleri, sosyal ipuçlarını tanıma, empatik tepki geliştirme ve sosyal iletişim becerilerini artırmaya yönelik uygulamalarla sınırlandırılmıştır. Ancak şizoid bozukluk için yürütülen çalışmaların azlığı, bu alanda net sonuçlara ulaşmayı güçleştirmektedir (Wykes vd., 2011).
Bilişsel onarım terapilerinde kullanılan yöntemler çeşitlilik göstermektedir. Bilgisayar destekli programlar aracılığıyla bilişsel becerilere yönelik sistematik egzersizler sunulmakta; ayrıca bireysel veya küçük grup seanslarında, hedeflenen bilişsel alanlar üzerinde yapılandırılmış çalışmalar yürütülmektedir. Özellikle stratejik problem çözme becerilerine odaklanan müdahalelerin, diğer tekniklere göre daha yüksek başarı sağladığı ifade edilmektedir. Özetle, bilişsel onarım terapisi şizofreni spektrumundaki bireylerde anlamlı bir iyileşme potansiyeline sahiptir. Şizoid bozuklukta ise, bilişsel onarım daha çok sosyal biliş becerilerini destekleyici nitelikte sınırlı uygulamalara dayanmaktadır. Terapilerin etkili olabilmesi için müdahalelerin diğer rehabilitasyon programlarıyla bütünleştirilmesi önerilmektedir.
2.6. Şizoid Bozuklukta Grup Terapisi ve Uygulama Zorlukları
Şizoid kişilik bozukluğuna sahip bireylerde grup terapisi, sosyal becerilerin geliştirilmesi ve kronik yalnızlık duygularının hafifletilmesi amacıyla kullanılan bir müdahale yöntemidir. Bu terapilerde hedef, bireylerin sosyal ortamlarda daha işlevsel roller üstlenebilmelerini sağlamaktır. Grup çalışmaları, bireylerin başkalarıyla güvenli ve yapılandırılmış bir ortamda etkileşim kurmalarına fırsat tanıyarak sosyal beceri eksikliklerini telafi etmeye çalışır (Stone, 1993). Şizoid bozuklukta ise grup terapisi uygulamalarında belirgin bazı zorluklar ortaya çıkmaktadır. Bu bireyler sıklıkla terapötik ilişki kurmaya dair motivasyon eksikliği sergilerler ve terapiye katılım süreçlerinde çekingen bir tutum izlerler. İletişim kurma isteksizliği ve duygusal yakınlık kurmakta yaşanan güçlükler, grup ortamındaki ilerlemeyi sınırlayabilmektedir. Bu bağlamda, şizoid bireylerin duygularını ifade etmekten kaçınmaları ve kendilerini diğer grup üyelerinden ayrışmış hissetmeleri oldukça yaygındır (Gabbard, 2014).
Bu zorluklara rağmen, grup terapisinin şizoid bozukluğa sahip bireyler için belirli stratejilerle daha verimli hale getirilmesi mümkündür. Özellikle yavaş ilerleyen, aşamalı ve yapılandırılmış seanslar kullanmak; katılımcıların süreç içinde kendilerini daha güvende hissetmelerine ve zamanla daha fazla etkileşim kurmalarına olanak tanımaktadır. Ayrıca, her bireyin kişisel hedeflerinin net bir şekilde tanımlanması, bireysel motivasyonu artırmakta ve terapi sürecine aktif katılımı teşvik etmektedir (Stone, 1993).
Şizoid bireyler için geliştirilen etkili grup terapisi yaklaşımlarında, bireysel sınırların korunmasına büyük özen gösterilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Grup içi baskı veya duygusal zorlamanın minimal düzeyde tutulması, bireylerin süreçten çekilmeden terapötik ilişkilere yavaşça adım atmalarını sağlamaktadır. Bu nedenle terapistlerin empatik, sabırlı ve sınırları gözeten bir tutum benimsemeleri önerilmektedir (Gabbard, 2014).
2.7. Terapilerin Etkileri
Şizofreni ve şizoid bozuklukta uygulanan terapötik müdahalelerin etkileri, bireylerin yaş aralığına, hastalığın semptom profiline ve kullanılan tedavi yöntemlerine göre farklılık göstermektedir. Yaş faktörü, özellikle tedaviye yanıt hızında belirleyici bir rol oynamaktadır. Genç hastaların, bilişsel onarım terapisi ve psikososyal müdahalelere daha hızlı yanıt verdiği, hafıza ve yürütücü işlevlerde daha çabuk iyileşme gösterdiği çeşitli çalışmalarla ortaya konmuştur. Ayrıca genç bireylerde sosyal beceri kazanımının daha hızlı gerçekleştiği ve grup terapilerine adaptasyon sürecinin daha kısa sürdüğü gözlenmektedir. Buna karşılık, orta yaş ve üzerindeki bireylerde bilişsel rehabilitasyonun etkilerinin daha sınırlı kaldığı, özellikle negatif semptomlara karşı direnç gelişme ihtimalinin arttığı rapor edilmiştir (Bighelli vd., 2023).
Pozitif semptomlar açısından değerlendirildiğinde, şizofreni tedavisinde hem farmakolojik hem de elektrokonvülsif terapi uygulamalarının etkili olduğu gözlenmektedir. Özellikle ikinci kuşak antipsikotiklerin, sanrılar ve halüsinasyonlar gibi pozitif belirtileri azaltmada anlamlı bir iyileşme sağladığı; bununla birlikte tedavi etkisinin genellikle orta düzeyde kaldığı bir meta-analiz çalışmasında gösterilmiştir (Leucht vd., 2009). Ayrıca, dopamin D2 reseptör antagonizmasının pozitif semptomlar üzerindeki terapötik etkisinin, şizofreninin klinik yönetiminde hâlâ temel bir mekanizma olduğu ifade edilmektedir (Miyamoto vd., 2012). Şizoid bozuklukta ise klasik anlamda pozitif semptomlardan bahsedilemeyeceğinden, tedavi süreçleri daha çok sosyal katılımın ve kişilerarası etkileşimin artırılmasına yönelmektedir. Bu bağlamda, pozitif semptom iyileşmesi şizoid vakalarda dolaylı bir hedef olarak ele alınmaktadır.
Negatif semptomlar ise her iki bozukluk türünde de tedavi açısından daha zorlu bir alanı temsil etmektedir. Şizofreni hastalarında özellikle duygusal küntlük, motivasyon eksikliği ve sosyal geri çekilme gibi negatif belirtilerin iyileştirilmesi için psikoterapötik müdahalelerin etkili olduğu belirtilmiştir (Bighelli vd., 2023). Psikolojik tedaviler, özellikle üçüncü dalga bilişsel davranışçı terapiler, işlevsellik üzerinde anlamlı bir gelişme sağlamaktadır. Ancak farmakolojik tedavilerin negatif semptomlar üzerindeki etkisi daha sınırlı kalmakta; mevcut ikinci kuşak antipsikotiklerin bu alandaki katkıları, pozitif belirtiler üzerindeki etkilerine kıyasla daha düşük düzeyde kalmaktadır (Leucht vd., 2009; Miyamoto vd., 2012). Kirkpatrick vd. (2006) konsensüs bildirisine göre, negatif semptomların doğrudan hedef alındığı etkili farmakolojik ajanların eksikliği, tedavi başarısını sınırlayan ana unsurlardan biri olmaya devam etmektedir.
Şizoid bozukluk bağlamında ise , grup terapileri ve bilişsel onarım çalışmaları, sosyal etkileşim girişimlerini artırmayı hedeflemekte, ancak bu artış genellikle sınırlı kalmaktadır. Şizoid bireylerin egosintonik özellikleri ve sosyal ilişkilerden kaçınmaya yönelik kalıtsal eğilimleri nedeniyle, müdahale sürecinde elde edilen kazanımların daha düşük yoğunlukta olması olasıdır. Bu farklılıkları bütüncül bir şekilde görmek için aşağıdaki tablo sunulmuştur:
Tedavi Etkisi | Genç Hastalar | Orta Yaş ve Üzeri |
Bilişsel İyileşme | Daha hızlı iyileşme, hafıza ve yürütücü işlevlerde düzelme | Daha yavaş, sınırlı iyileşme |
Pozitif Semptom İyileşmesi | Şizofrenide hızlı yanıt; şizoidde dolaylı sosyal gelişim | Şizofrenide kısmi yanıt; şizoidde minimal değişim |
Negatif Semptom İyileşmesi | Psikoterapi ile işlevsellikte ilerleme | Sınırlı etki, dirençli negatif semptomlar |
Bu bulgular ışığında, yaş, hastalık tipi ve semptom profiline göre bireyselleştirilmiş tedavi planlarının geliştirilmesi büyük bir gereklilik arz etmektedir. Özellikle şizofreni tedavisinde farmakoterapinin yanında psikososyal müdahalelerin de sistematik şekilde entegre edilmesi, uzun dönemli işlevsellik hedeflerine ulaşmada daha etkili sonuçlar doğurabilir.
3. KİŞİSEL GÖRÜŞLER VE PROFESYONEL GELİŞİM DEĞERLENDİRMESİ
3.1. Konuya Dair Kişisel Görüşler ve Klinik Yorumlar
Şizofreni ve şizoid bozuklukların tanı ve tedavi süreçlerine ilişkin literatür incelendiğinde, klinik uygulamada vakaların bireysel farklılıklarının göz önünde bulundurulmasının kaçınılmaz olduğu kanısına varılmıştır. Şizofreni vakalarında, özellikle antipsikotik ilaç tedavisinin pozitif semptomlarda ortaya koyduğu yanıtlar, hastanın akut dönem tedavisinde belirleyici rol oynarken; negatif semptomların yönetiminde psikoterapötik desteklerin entegrasyonu şart görülmektedir (Summakoğlu ve Ertuğrul, 2018). Şahsi gözlemlerim, literatürden edindiğim bilgiye de dayanarak, tedavi planlarını oluştururken hastaların ilaçlara verdiği yanıtların yanı sıra, terapi seanslarında ifade ettikleri duygu ve düşüncelerin de titizlikle değerlendirilmesinin gerekliliğini ortaya koymaktadır (Mısır ve Alptekin, 2020).
Özellikle şizoid bozukluk vakalarında, hastaların sosyal ilişkilere olan mesafeli yapısı ve duygu ifadelerindeki kısıtlılık, hem tanı koyma hem de müdahale süreçlerinde zorluk yaratmaktadır. Şahsen, bu tip vakalarda bireyselleştirilmiş psikoterapötik müdahalelerin; ailenin ve sosyal çevrenin desteklenmesiyle birlikte ele alınmasının, hastaların sosyal işlevselliğinde gözle görülür iyileşmelere yol açabileceğini düşünüyorum. Bu durum, tedavi planlarının sadece farmakolojik yaklaşımla sınırlı kalmaması gerektiğini, aynı zamanda psikososyal müdahalelerin de titizlikle planlanmasının önemini ortaya koymaktadır.
Bilişsel onarım terapisi uygulamalarına dair kişisel gözlemlerim, özellikle şizofreni hastalarında dikkat ve yürütücü işlevlerde belirgin iyileşmeler sağladığını göstermektedir. Şizoid bozuklukta ise grup terapisi uygulamalarına ilişkin katılımcı motivasyonunun düşük olması ve duygusal yakınlık kurmaktan kaçınmanın süreci yavaşlattığını belirtmem gerekir.
Ayrıca, tedavi sürecinde kullanılan ölçek ve tanı araçlarının bireysel hastanın özelliklerini ne derece yansıttığının da göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünüyorum. Hem nörobiyolojik bulgulara hem de klinik değerlendirme kriterlerine dayanan karmaşık bir tanı algoritması, hastaların klinik seyri üzerinde daha isabetli müdahaleler yapmayı mümkün kılacaktır. Bu bağlamda, literatürde yer alan güncel bulgular, tedavi stratejilerinin kişiselleştirilmesinin ve multidisipliner yaklaşımların uygulanmasının, klinik uygulamada verimliliği artırdığı yönünde veriler sunmaktadır (Karakuş, Kocal ve Sert, 2017).
Gözlemlediğim veriler ışığında; her iki bozuklukta da tanı ve tedavi süreçlerinin hasta bazlı farklılıkları dikkate alacak şekilde planlanmasının, klinik uygulamada başarılı sonuçlar doğuracağı kanaatindeyim. Bu noktada, farmakolojik ve psikoterapötik stratejilerin entegre edilmesi, hastaların semptomlarının yanı sıra yaşam kalitelerinin de artırılmasına olanak sağlayacaktır.
3.2. Profesyonel Gelişim ve Gelecek Planı
Mevcut çalışma, hem şizofreni hem de şizoid bozuklukların tanı ve tedavi süreçlerine dair literatürün kapsamlı bir şekilde incelenmesini sağlamış; bu doğrultuda ileriye yönelik mesleki gelişimime ışık tutacak önemli veriler sunmuştur. Akademik ve klinik bilgilerin artması, vaka formülasyonu ve tanı koyma süreçlerini daha sistematik hale getirmek açısından temel bir altyapı oluşturmaktadır.
Gelecek planlarım arasında, hasta verilerinin düzenli olarak analiz edildiği, tanısal araçların ve yöntemlerin etkinliğinin değerlendirildiği multidisipliner projelere katılmak yer almaktadır. Özellikle ilaç tedavisinin yanı sıra psikoterapötik müdahalelerin uzun dönemli etkilerinin incelendiği çalışmalar, mesleki bilgi birikimimi artıracak ve klinik uygulamalara yönelik yeni stratejilerin geliştirilmesinde yol gösterici olacaktır.
İlaveten, alanla ilgili uluslararası seminer, konferans ve atölye çalışmalarına katılarak, en güncel araştırma bulgularını takip etmeyi planlamaktayım. Özellikle nörobiyolojik ölçütlerin tanı süreçlerine entegrasyonu ve farmakolojik tedavilerin yan etki yönetimi konusunda geliştirilen yeni yöntemler, ileriye dönük çalışmalarımda temel referans noktalarını oluşturacaktır. Ayrıca, vaka bazlı çalışmalar yaparak, elde ettiğim verileri akademik dergilerde yayımlamayı hedeflemekteyim. Bu yaklaşım, hem klinik pratikteki deneyimlerimi belgelememe hem de teorik bilgilerle harmanlanmış örnek vakalar üzerinden ileri düzey araştırma yapma olanağı sunacaktır.
Özellikle EKT uygulamaları konusunda bilgi düzeyimi artırarak, ilaç tedavisine dirençli vakalarda bu müdahaleyi klinik olarak daha etkin değerlendirme hedefindeyim.Ayrıca, şizofreni ve şizoid bozukluk vakalarında bilişsel onarım terapisi uygulamalarını geliştiren araştırma projelerinde aktif görev almayı, bu terapötik yaklaşımların etkinliğini daha ileri düzeyde analiz etmeyi planlıyorum.
Ek olarak, grup terapisi tekniklerine yönelik eğitim programlarına katılarak, özellikle şizoid kişilik yapılanmasındaki zorluklara özgü müdahale protokolleri geliştirme konusunda yetkinlik kazanmayı amaçlamaktayım.
Geleceğe yönelik olarak, multidisipliner ekiplerle işbirliği yaparak, hastaların tedaviye yanıtlarını artırmayı amaçlayan yenilikçi müdahale stratejilerini geliştirmeyi planlıyorum. Bu stratejiler, farmakolojik uygulamaların yanında psikoterapötik müdahalelerin de entegre edilmesiyle, bireysel farklılıkların göz önüne alındığı bütüncül tedavi modellerine odaklanacaktır. Böylece, hem araştırma hem de uygulama alanında edineceğim deneyimlerin, ileriye dönük klinik yaklaşım stratejilerinin belirlenmesine katkı sağlayacağına inanmaktayım.
Son olarak, mesleki gelişimime katkıda bulunacak akademik yayınları takip etmek ve bu yayınlara katkı sağlamak adına sürekli literatür taraması yapmayı sürdüreceğim. Bu süreç, hem klinik uygulamalara hem de akademik bilgiye dayalı sağlam bir temel oluşturarak, ileride uzmanlaşma yönümde bana rehberlik edecektir.
4. SONUÇ
Bu çalışma, şizofreni ve şizoid bozuklukların tanı, klinik seyrin belirlenmesi ve tedavi süreçlerinin, literatürde yer alan güncel veriler ışığında karşılaştırmalı olarak incelemiştir. Şizofrenide, antipsikotik tedavinin özellikle pozitif semptomların giderilmesinde etkili olduğu; ancak negatif semptomların iyileştirilmesinde psikoterapötik müdahalelerin de entegrasyonunun gerekliliği anlaşılmıştır. Buna karşın, şizoid bozuklukta tanı sürecinde duygu ifadesinde sınırlılık ve sosyal ilişkilerde belirgin uzaklık, klinik müdahalelerin yalnızca farmakolojik yaklaşımla yetersiz kaldığını göstermiştir. Bulgular, tanı araçlarının ve psikometrik ölçeklerin, hastaların bireysel farklılıklarını yansıtacak şekilde düzenlenmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Ayrıca, tedavi stratejilerinin kişiselleştirilmesi; hem ilaç tedavisinde doz ayarlamasından hem de psikoterapötik müdahalelerde bireyselleştirilmiş planların uygulanmasından kaynaklanan farkları ortaya koymaktadır.
Bu süreçte, özellikle bilişsel onarım terapileri ve grup terapisi gibi psikososyal müdahalelerin, hastaların yaşam kalitesi ve sosyal işlevselliği üzerinde doğrudan etkili olduğu gözlenmiştir. Bilişsel eksikliklerin giderilmesi ve sosyal beceri gelişiminin desteklenmesi, tedavi sonuçlarının uzun dönemli olarak iyileştirilmesine katkı sağlamaktadır.
İleride yapılacak çalışmalarda, multidisipliner yaklaşımların ve uzun dönemli gözlemlerin, hastaların yaşam kalitesinin artırılmasında belirleyici rol oynayacağı beklenmektedir. Bu bağlamda, güncel literatür taramasının ve elde edilen klinik verilerin ışığında geliştirilecek stratejiler, hem akademik hem de uygulamalı düzeyde ileri araştırmalara zemin hazırlayacaktır.
Sonuç olarak, bu çalışma; klinik tanı ve tedavi süreçlerinin bütüncül olarak ele alınması gerekliliğini ortaya koyarken, ileride yapılacak araştırmaların ve uygulamalarda kullanılacak stratejilerin, hasta odaklı yaklaşımlarla desteklenmesinin gerekliliğine dikkat çekmektedir. Hasta bazlı farklılıkların gözetilerek kişiselleştirilmiş ve bütüncül bir tedavi yaklaşımının benimsenmesi, hem klinik başarıyı hem de hasta memnuniyetini artıracaktır.
KAYNAKÇA
Altunkaya, U., & Hocaoglu, C. (2023). Az bilinen bir konu: 'Şizotipal kişilik bozukluğu': Bir gözden geçirme. Klinik ve Ruh Sağlığı Psikolojik Danışmanlığı Dergisi, 3(2), 14–35.
American Psychiatric Association. (t.y.). What are personality disorders? Erişim adresi: https://www.psychiatry.org/patients-families/personality-disorders/what-are-personality-disorders
American Psychological Association. (t.y.). Schizoid personality disorder. Erişim adresi: https://dictionary.apa.org/schizoid-personality-disorder
Bighelli, I., Wallis, S., Reitmeir, C., Schwermann, F., Salahuddin, N. H., & Leucht, S. (2023). Effects of psychological treatments on functioning in people with schizophrenia: A systematic review and meta-analysis of randomized controlled trials. European Archives of Psychiatry and Clinical Neuroscience, 273(4), 779–810.
Cheli, S., Cavalletti, V., Lysaker, P. H., Dimaggio, G., Petrocchi, N., Chiarello, F., & Goldzweig, G. (2023). A pilot randomized controlled trial comparing a novel compassion and metacognition approach for schizotypal personality disorder with a combination of cognitive therapy and psychopharmacological treatment. BMC Psychiatry, 23(1), 113.
Correll, C. U., Martin, A., Patel, C., Benson, C., Goulding, R., Kern-Sliwa, J., & Kim, E. (2022). Systematic literature review of schizophrenia clinical practice guidelines on acute and maintenance management with antipsychotics. Schizophrenia, 8(1), 5.
Evlice, Y. E., & Tamam, L. (2007). Elektrokonvülsif Tedavi. Psikiyatri Temel Kitabı içinde, 713-725.
Fariba, K. A., Madhanagopal, N., Torrico, T. J., & Gupta, V. (2024). Schizoid personality disorder. In StatPearls [Internet]. StatPearls Publishing.
Gabbard, G. O. (2014). Psychodynamic psychiatry in clinical practice (5th ed.). American Psychiatric Publishing.
Kantrowitz, J. T., Correll, C. U., Jain, R., & Cutler, A. J. (2023). New developments in the treatment of schizophrenia: An expert roundtable. International Journal of Neuropsychopharmacology, 26(5), 322–330.
Karakuş, G., Kocal, Y., & Sert, D. (2017). Şizofreni: Etyoloji, klinik özellikler ve tedavi. Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 26(2), 251–267.
Kirchner, S. K., Roeh, A., Nolden, J., & Hasan, A. (2018). Diagnosis and treatment of schizotypal personality disorder: Evidence from a systematic review. NPJ Schizophrenia, 4(1), 20.
Kirkpatrick, B., Fenton, W. S., Carpenter Jr, W. T., & Marder, S. R. (2006). The NIMH-MATRICS consensus statement on negative symptoms. Schizophrenia Bulletin, 32(2), 214–219.
Koch, J., Modesitt, T., Palmer, M., Ward, S., Martin, B., Wyatt, R., & Thomas, C. (2016). Review of pharmacologic treatment in cluster A personality disorders. Mental Health Clinician, 6(2), 75–81.
Leucht, S., Arbter, D., Engel, R. R., Kissling, W., & Davis, J. M. (2009). How effective are second-generation antipsychotic drugs? A meta-analysis of placebo-controlled trials. Molecular Psychiatry, 14(4), 429–447.
McGurk, S. R., Twamley, E. W., Sitzer, D. I., McHugo, G. J., & Mueser, K. T. (2007). A meta-analysis of cognitive remediation in schizophrenia. American Journal of Psychiatry, 164(12), 1791-1802.
Mısır, E., & Alptekin, K. (2020). Şizotipi kavramı ve şizotipal kişilik bozukluğu. Klinik Psikiyatri Dergisi, 23(3), 364–374.
Mittal, V. A., Kalus, O., Bernstein, D. P., & Siever, L. J. (2007). Schizoid personality disorder. In W. O’Donohue, K. A. Fowler, & S. O. Lilienfeld (Eds.), Personality disorders: Toward the DSMV (pp. 63–79).
Miyamoto, S., Miyake, N., Jarskog, L. F., Fleischhacker, W. W., & Lieberman, J. A. (2012). Pharmacological treatment of schizophrenia: A critical review of the pharmacology and clinical effects of current and future therapeutic agents. Molecular Psychiatry, 17(12), 1206–1227.
Rahman, T., & Lauriello, J. (2016). Schizophrenia: an overview. Focus, 14(3), 300-307.
Stone, M. H. (1993). Long-term outcome in personality disorders. The British Journal of Psychiatry, 162(3), 299-313.
Summakoğlu, D., & Ertuğrul, B. (2018). Şizofreni ve tedavisi. Lectio Scientific, 2(1), 43–61.
Şenol, S. (2001). Çocukluk ve Ergenlik Dönemi Şizofrenisinde Tedavi. Klinik Psikiyatri Dergisi, 4(1), 25–37.
Türkiye Psikiyatri Derneği. (2018). Şizofreni bir aşağılama ifadesi değil, ruhsal bir hastalıktır. Erişim adresi: https://psikiyatri.org.tr/1906/sizofreni-bir-asagilama-ifadesi-degil-ruhsal-bir-hastaliktir
Vaccarino, S. R., & Vaccarino, A. L. (2024). Cognitive Effects of Electroconvulsive Therapy in Schizophrenia: A Systematic Review. The Journal of Clinical Psychiatry, 85(2), 55234.
Wykes, T., Huddy, V., Cellard, C., McGurk, S. R., & Czobor, P. (2011). A meta-analysis of cognitive remediation for schizophrenia: methodology and effect sizes. American Journal of Psychiatry, 168(5), 472-485.
Zeren, T., Tamam, L., & Evlice, Y. E. (2003). Elektrokonvülsif terapi (EKT): Bir genel değerlendirme. Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 12(4).
Commentaires