Bir Muhalifin Günlüğü: Ülkenin Kurtuluşu Üzerine
- Erhan Erdemir
- 22 Şub
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 24 Şub
“Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir.” – Konfüçyüs
Gün doğarken umut yeşermiyor artık bu topraklarda. Ekonominin nabzını tutanlar, şirket devlerinin üst düzey yöneticilerinin polis nezaretinde ifadeye götürüldüğüne tanık olunca, yatırımcı güveni çürüyen bir temel gibi çatırdamaya başladı. TÜSİAD üyelerinin sorguya çekilmesi sadece bir hukuk meselesi değil; bu, ekonominin damarlarına enjekte edilen bir korku iğnesi. Sermaye artık sadece kâr-zarar dengesini değil, hukukun öngörülebilirliğini de hesaba katıyor. Güvensizlik, enflasyondan daha sinsi bir düşmandır; yavaş yavaş, ama kesin adımlarla tüm sistemi içeriden çürütür.
Borsada çalkantılar sürerken, sabah açılan grafikler umut değil endişe doğuruyor. Yabancı yatırımcı, güvenin sığlaştığı bu piyasadan adım adım çekiliyor. Kredi notlarının düştüğü, sermaye kaçışının hızlandığı bir ortamda, ekonomi yalnızca sayılardan ibaret değil artık; bir ülkenin geleceğine duyulan inancın aynası haline geliyor.
Ve siyasetin puslu sahnesinde yeni bir figür beliriyor: Ekrem İmamoğlu. Kimileri, onu CHP’nin içinden çıkacak bir “Tayyip Erdoğan” olarak lanse ediyor. Popülist mi olacak, reformist mi? Bu sorular, aslında sistemin kısır döngüsünün bir yansıması. Türkiye’nin kurtuluşu, bir kişinin karizmasında mı saklı? Yoksa asıl sorun, halkın sürekli olarak bir kurtarıcı arayışına mahkûm edilmesi mi? Bir Ömer Hayyam dizesi yankılanıyor zihnimde:
“Bir şey yap, güzel olsun. Çok mu zor?
Bir insanın içini aç, umut olsun.”
Borsada rakamlar düşerken, sokaklarda enflasyon rakamlarından daha hızlı yükselen bir öfke var. Bu öfkenin sesi, artık sadece iktidara değil, muhalefetin kendine de yöneliyor. Çünkü halk, sadece değişim vaatlerini değil, bu vaatlerin altında yatan gerçekliği sorguluyor.
Peki, bu ülkenin kurtuluşu nerede saklı? Cevap, bir liderin gölgesinde değil, halkın kolektif bilincinde yatıyor. Demokrasi, sadece sandık başında alınan bir karar değil; her gün, her sokakta, her iş yerinde yeniden inşa edilmesi gereken bir bilinç. Özgür basın, bağımsız yargı, gerçek bir hukuk devleti… Bunlar birer ütopya değil, olması gerekenler.
Muhalefet, artık sadece iktidarın hatalarını göstermekle yetinemez. Kendi içindeki yozlaşmayı, statükoculuğu ve korkuyu da aşması gerekir. Çünkü gerçek değişim, sadece hükümetin değil, muhalefetin de aynaya bakmasıyla başlar.
Son bir söz Sokrates’ten gelsin:
“Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değmez.”
Bu ülkenin kurtuluşu, belki de en çok bu sorgulamada saklıdır. Her birey, kendi içindeki despotu yıkmadan, dışarıdaki despotların devrilmesi sadece bir yanılsama olarak kalacaktır.
Comments