top of page

Hukuksuzluğun Türkiye Ekonomisine Verdiği Zararlar ve Güncel Gelişmeler Üzerine...

  • Erhan Erdemir
  • 6 Şub
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 7 Şub


 

Türkiye, ekonomik ve siyasi açıdan oldukça zorlu bir süreçten geçiyor. Özellikle Hatay merkezli 6 Şubat 2023 depremlerinin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen, bölgedeki enkazın ve yıkımın izleri hâlâ silinmiş değil. Hükümetin yeniden inşa vaatleri büyük ölçüde yerine getirilemezken, on binlerce insan konteyner kentlerde veya çadır alanlarında yaşamaya devam ediyor. Ancak bölge halkı, verilen sözlerin tutulmadığını, inşaatların yetersiz olduğunu ve yapılan bazı binaların dahi düşük kalitede olduğunu söylüyor. Ekonomik krizle birlikte artan inşaat maliyetleri ve yolsuzluk iddiaları, sürecin yavaşlamasının başlıca nedenleri arasında gösteriliyor.

 

Depremlerden sonra hükümetin vaat ettiği dönüşümün gerçekleşmemesi, sadece sosyal değil, ekonomik açıdan da ciddi bir yıkıma yol açıyor. Bölgedeki işletmelerin önemli bir kısmı hâlâ faaliyete geçemedi, işsizlik oranı arttı ve tarımsal üretimde büyük kayıplar yaşandı. Deprem bölgesindeki ekonomik çöküş, Türkiye’nin genel ekonomik yapısını da olumsuz etkiliyor. Yatırımcılar, ülkede hukukun üstünlüğünün zayıfladığını, devletin krizlere karşı etkin politikalar geliştiremediğini görerek Türkiye piyasalarına olan güvenlerini kaybediyorlar.

 

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE DARBELER VE YARGI BAĞIMSIZLIĞININ EKONOMİYE ETKİLERİ

 

Son dönemde basına yönelik baskılar da giderek artıyor. Gazeteci Ahmet Özer’in 100 gündür tutuklu olması ve Suat Toktaş’ın 8 gündür cezaevinde bulunması, Türkiye’de basın özgürlüğüne yönelik tehditlerin somut örnekleri olarak öne çıkıyor. Üstelik bu gazetecilerin neyle suçlandığına dair kamuoyuna doyurucu bir açıklama yapılmazken, yargı sürecinin şeffaflığı da sorgulanıyor.

 

Bunun yanında, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında jet hızıyla iddianame hazırlanması, yargının siyasi müdahalelere açık hale geldiğini gösteriyor. Türkiye’de yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına yönelik şüpheler, uluslararası arenada da dikkat çekiyor. Hukukun üstünlüğü endekslerinde Türkiye’nin sıralamasının sürekli gerilemesi, yabancı yatırımcıların ülkeye olan güvenini sarsıyor.

 

Özellikle yabancı yatırımcılar açısından hukuk güvenliği büyük önem taşır. Hukukun üstünlüğünün olmadığı, yargı süreçlerinin siyasi saiklerle yürütüldüğü bir ülkede, uzun vadeli yatırımlar azalır. Türkiye’ye doğrudan yabancı yatırım girişi son yıllarda dramatik biçimde düşerken, sermaye kaçışı hızlandı. Bunun temel nedeni, yatırımcıların hukuki güvenceden yoksun olduklarını düşünmeleri. Türkiye, özellikle Avrupa Birliği ülkeleriyle yaptığı ticaret anlaşmalarında hukuk devleti ilkesine bağlı kalacağını taahhüt etmesine rağmen, son yıllardaki yargı kararları ve siyasi baskılar, bu taahhüdün pratikte yerine getirilmediğini gösteriyor.

 

ORDUDAKİ TASFİYELER VE GÜVENLİK POLİTİKALARINA ETKİSİ

 

Son dönemde bir grup teğmenin ordudan ihraç edilmesi, Türkiye’de kurumsal güvenliğe yönelik yeni soru işaretleri doğurdu. Bu ihraçların hukuki gerekçeleri tam olarak açıklanmazken, özellikle orduda disiplin soruşturmalarının siyasi baskılarla yönlendirildiği iddiaları gündeme geliyor. Türkiye’nin savunma politikaları açısından, liyakat esasına dayanmayan tasfiyeler, uzun vadede askeri gücün zayıflamasına neden olabilir. Benzer şekilde, FETÖ ile mücadele adı altında yapılan yargısız infaz niteliğindeki kararlar, TSK içinde ciddi moral kaybına yol açıyor.

 

Bütün bunlar, dış politika açısından da ciddi riskler barındırıyor. Türkiye’nin jeopolitik konumu, güçlü bir ordu ve güvenilir bir hukuk sistemi gerektirirken, mevcut yönetim anlayışı her iki alanda da ciddi tahribat yaratıyor. Ordunun siyasallaştırılması, hem iç güvenlik açısından hem de uluslararası askeri iş birlikleri açısından büyük tehdit oluşturuyor.

 

TRUMP’IN GAZZE PLANLARI VE ULUSLARARASI TEPKİLER

 

Dış politikada ise ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze ile ilgili yeni bir girişimi dünya gündeminde büyük yankı uyandırdı. Trump, Gazze’nin ABD kontrolüne alınması ve Filistinlilerin büyük ölçüde başka ülkelere yerleştirilmesi yönünde bir plan öne sürdü. Bu teklif, uluslararası hukuk açısından açıkça ihlal niteliği taşıyor ve İsrail-Filistin çatışmasını daha da derinleştirme riski taşıyor.

 

Bu tür girişimler, küresel ekonomiye de doğrudan zarar veriyor. Ortadoğu’daki istikrarsızlık, petrol fiyatlarının dalgalanmasına ve tedarik zincirlerinde kırılmalara yol açabilir. Türkiye açısından bakıldığında ise, Filistin meselesinde güçlü bir diplomatik duruş sergileyememesi, uluslararası arenada zayıf bir aktör olarak algılanmasına sebep oluyor. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin Batı ile ilişkileri zaten gerginken, bu tür gelişmeler karşısında sessiz kalması, daha fazla diplomatik izolasyona yol açabilir.

 

HUKUKSUZLUK EKONOMİYİ NASIL FELÇ EDİYOR?

 

Tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasında ciddi zorluklarla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Hukukun üstünlüğü ilkesi zedelendikçe, ülke ekonomisi de doğrudan zarar görüyor. Yargı bağımsızlığının yok edilmesi, basına yönelik baskılar, hukuksuz tasfiyeler ve siyasi müdahaleler, yatırımcı güvenini sarsarak ekonomik krizleri derinleştiriyor. Türkiye, hukuk devletinden uzaklaştıkça, döviz kuru istikrarsızlaşıyor, enflasyon yükseliyor ve işsizlik oranları artıyor.

 

Kısacası, hukuksuzluğun ekonomik maliyeti her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Eğer Türkiye uzun vadeli bir büyüme ve kalkınma hedefliyorsa, öncelikle hukukun üstünlüğünü tesis etmek zorunda. Aksi takdirde, uluslararası piyasalardan kopmuş, içeride ekonomik krizlerle boğuşan bir ülke haline gelmek kaçınılmaz olacaktır.

Comments


bottom of page